3 Şubat 2011 Perşembe

Biz büyüdük ve kirlenmedi Tavlusun!




1988 yılıydı. Henüz daha üç yaşındaydım. Daha o yaşlardan çok çok düşkün olduğum rahmetli dedem taş bir bağ evine götürmüştü. Büyük dedemin resmini göstermişti ve başlamıştı Tavlusun sevgisi. Oradan gitmemek için çocuk aklımla arabasının egzosuna taş koymuştum ama başaramamıştım. Araba çalışmış ve Kayseri'ye dönmüştük.

500 yaşından fazla olduğu efsaneleri dolaşan yan bağdaki ceviz ağacına bakmıştım,ardından da Mimarsinan kasabasının yayıldığı o yüksek kel tepeye. Herhalde burası cennet demiştim. Daha sonraları ömrümün her yazını geçireceğim yer olmuştu Tavlusun. Rahmetli büyükannemin aldığı ve hala sakladığım mavi tekerli BMX ise özgürlüğün simgesiydi. Ona biner biner o yaşta asfaltta bisiklet sürmenin dahi maharet sayıldığı bir kültürde dağ tepe taşlık ıssız yollarda bisiklet sürerdim kardeşimle beraber. Çalgan ismini verdiğim köyün yerlilerinden başka hiçkimsenin bilmediği o dimdik tepeye çıkar, bütün o doğayı izlerdim.

Hassas ve içli insanların yeriydi Tavlusun. Aşıklar Kayası'na gider, tek başına sigara içerdim. Buram buram tarih kokan Amerika'nın kanyonları kadar ıssız vadiyi izlemek en büyük zevkimdi. 400 500 yıllık sahipsiz virane tarihî evlerin içinde bilinmeyeni keşfetme arzusuyla dolaşırdım, bu keşifler sırasında yabanî bir kartal ve börtü böcekten başka hiçbir şey keşfedemeyeceğimi bile bile...

Büyüyordum. Lise yıllarımda ankesörlü telefondan bağı arıyordum, yaşlı keçimi, biricik dedemi. Annemlere söyleme ben geliyorum der o zamanın köy otobüsü olarak kullanan 302ler'e binerdim. Gulu gulu diye çıkardığı kulakları tırmalayan ,her vites geçişinde gacır gucur sesler çıkaran rüzgarda sağa sola yatan camları daima buğulu ve kirli o otobüslerde sanki bütün dünya benimdi. Şehir evinin önüne geldiğimizde yüzümü saklar,eğilirdim sonra yeniden aynı hazzı yaşamaya başlardım. Sanki cennete yolculuk gibiydi o yollar. Köye indiğimde dizboyu kar olurdu. Hep annem dedeme sorardı:

-Baba korkmuyor musun bu yollardan, ya kurt inerse ne olacak?

-Kızım , kurt benden korksun!

Onun açtığı ayak izlerine basa basa giderdim köye. Bal rengi gözleriyle,tüyleriyle köpeğim yarı yolda karşılardı beni. Beraber bağımıza dönerdik.Çamsakızını abarttığı hala yapsa zevkle yiyeceğim irmik helvası, bir demlik çay ve Salih Amca ile beraber beni beklerdi dedem. İki saat sonra iliklerimize kadar hep beraber donardık, dönüş yolu tutulurdu. Dönüşte durağın yanındaki marangoza oturulurdu. Western filmlerinden çıkma o dükkana hayrandım. Sobanın üstündeki çay, ahşap kokusu, camlara bulaşan ahşap tozu ,kir pas ve tadına hala doyamadığım sohbetler...

2003 geldiğinde dedemi kaybettim. Kayseri'den 7, Mimarsinan'dan 1 belediye otobüsünün o cenazede onun kültürünü yaşatmaya and içmiştim. Artık o yoktu ama torunuyla sonsuza kadar yaşatılacaktı. Bir insan adının anıldığı son gün ölür demiş eskiler... Birgün bile adını anmamazlık etmeden tam 7 yıldır hala ısrarla ve gururla yaşatıyorum onu.

Vefatı o yıl çok sarsmıştı. Van olsa gene gideceğim demiştim, bir daha ÖSS belasına hazırlanabilsem ODTÜ, Boğaziçi2ni kazanacağımı bile bile Gazi Üniversitesi'ne gittim. Kabus gibi geçecek 8 yılın başlangıcıydı. Herkesin bölüm 1.si olarak bitirir dedikleri insan 8. senesinde hala debelenecekti. İyisiyle kötüsüyle geçen 8 yılda tabiki yazokulundan kalan her vakitte Tavlusundaydım. 40 45 derece sıcaklara aldırmadan bu yaz hariç her yaz haftada 1 Tavlusunun yollarına düşüyordum Ankara'dan. Tavlusunlu can dostlarım oldu. Gitar,bağlama çalınır, köyün kahvesine fındıklı kolasına dost kazığı oynanırdı. Daha sonra onlar da Türkiye'nin dört bir yanına dağıldı. Kırıkkale, Erzincan, İstanbul üçlüsündeydi arkadaşlarım. Onlaral yaptığımız mangalların tadı hala damağımda...

Kaybettiğim 8 sene elbette çok üzüyor ama en çok şu an olduğu gibi Tavlusun'u özlüyorum. Kabuslarımda iki günde bir oralardaki ağaçların kesildiği ve betonlaştığını görüyorum. Duruşu ve entellektüelliği gereği Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı ile arası çok kötü olan köyümün adı değiştirilmeye kalkıldı, 18 yılı bulan bir dava ile Uygurca'dan gelen kadim ismimizi geri aldık. Mağaralarda yaşayan insanımız ve doğal bir afette çökmesi son derece muhtemel tarihi sit alanındaki evler yerine her Tavlusunlu'nun daha iyi yaşayabilmesi için köylü köyün boş arsasını kendi arasında anlaşarak kullanmak istedi. Mafya zoruyla belediye başkanımız o arsaları yoksul köylülerin elinden aldı ve 15 katlı 3 blok halinde "Abdullah Gül Siteleri'ni" dikmeye başladı.

Kayseri'yi hep Roma ordusuna bizi Galya'ya benzetirim. Kayseri bütün ihtişamıyla sadece bir tepe geride bizi gözetlerken biz de bütün şirinliğimiz ve güzelliğimizle şehirleşmemek, 700 yıllık o kültürü yaşatmak, doğamızı korumak adına mücadele ediyoruz. Tavlusun'dan göç edip memleketini unutan bazı zengin insanlara rağmen, mağarada yaşayanından ayda yılda bir Tavlusun'a giderek onu unutmadığını gösteren insanına kadar herkes işte buna çabalıyor. Unutmayın, çabalamazsak Kayseri'nin son oksijen alanını ve muhteşem bir kültürü daha kaybedeceğiz. Aynı Germir gibi, Gesi'nin yarısı gibi.

Senin bir kuru yaprağını dünyayı altınla kaplasalar önüme sunsalar gene değişmem memleketim. Büyük dedemden gelen tam 4 kuşaktan aldığım bu kültürü korumaya çabalamaya sonsuza kadar devam ederken gurbet elde hasretle anmak da şimdilik kaderimiz gibi görünüyor.

Hiç yorum yok: